Sanatın Anlamı Nedir?
Sanatın verilen en basit tanımı; hoşa giden biçimler yaratmak gayretidir. Sanatın amacı duyduğumuzu başkalarına ulaştırmaktır.
Sanattaki biçim elemanının insandaki devamlı karşılığı güzellik duygusudur. Güzellik; duyularımız arasındaki biçim bağlantılarının birliğidir.
Sanatta üç basamak vardır:
- Maddi özelliklerin algılanması; renkler, sesler, hareketler.
- Bu algıların hoşa giden biçimlere ve kalıplara dökülmesi
- Algılananın düzenlenmesinin daha önceden varolan bir duygu veya heyecan durumuna uydurulması.
Sanat eseri hem yapıldığı maddenin özelliklerinden faydalanır hem de bu maddenin imkansızlıklarını aşar.
Bir sanat eserinin beş elemanı vardır; çizginin ritmi, biçimlerin yığılması, mekan, ışık-gölge ve renk.
Resimde çizgi gereğince düzenlendiğinde ritim kendiliğinden doğar. Çizginin en önemli özelliği kütleyi veya somut biçimi gösterebilmesidir. Ancak ritim sadece çizgi sınırlamaları ile değil, tekrarlanan ve çok defa derece derece hafifleyen kütlelerle yapılır. Ton, resme mekan ifadesi kazandırır. Renkler resmin gerçeğe uygunluğunu kuvvetlendirir, ancak sembolik bir anlatım da içerdiği doğrudur.
Kusursuz bir sanat eserinde bütün elemanlar birbirine bağlıdır; bunlar birleşerek bir bütün oluştururlar; bu bütünün değeri ayrı ayrı elemanların toplamının değerinden daha üstündür.
Köylü sanatı, günlük hayatta kullanılan elbise, döşeme, çanak, halı gibi eşyalara renk ve farklılık verme isteğinden doğar. Somutlaşmaya doğru şaşılacak derecede bir eğilim gösterir. Köylü sanatı oldukça muhafazakardır. Ancak onun en şaşırtan özelliği dünyanın her yerinde geçer olmasıdır.
Çin tekniği çok basittir, sadece tek fırça ve tek rengi kullanma bilgisine dayanır. Çinli sanatçının eserinde evrendeki ahengi vermeye çalıştığı ve amacını göstermek için bu tekniği uyguladığı söylenir.
İran sanatı ise bir bakıma en yaygın sanattır. Çünkü asla tek bir devreye veya tek bir yere asla bağlanamaz.
Bizans sanatı Hıristiyanlıkla adım adım beraber gitmiştir ve esasında dini bir sanat olarak incelenmelidir. Hiçbir sanat içgüdülerimizi akıl dışı bir kuvvetle idare ederek bu kadar etkili olamaz.
Bir devrin özelliklerini veren daha çok maddi kuvvetlerdir. Bunlara da kısaca ırktan,iklimden, ekonomiden ve toplumdan gelen kuvvetlerdir, diyebiliriz. Ancak bir sanat devrinin yükselmesini ve gelişmesini böyle maddi sebepler açıklayamaz; madde her zaman ruhi bir ifadenin aracıdır.
Gotik sanat, Roman sanatından çıkmıştır, genel olarak Roman sanatı da eski Doğu sanatının kuzey duyarlılığına uydurulmasıdır. Bu sanat kilise ve halk sanatı olarak ayrılır. Biri, esasa ait ve basit; diğeri ruhi ve karışıktır. Fakat her ikisinde de sanatta şart olan biçim birliği vardır.
İtalyan Rönesans sanatında sanatçının duyarlılığıyla karşı karşıya kalırız ve bize heyecan veren de bu olur. Onlar için desen, resimden ayrı bir sanattır.
Gerçekçi diyebileceğimiz sanat, her yolla nesnelerin tam görünüşünü vermeye çalışandır, böyle bir sanat gerçekçi felsefe gibi sadece nesnelerin dış varlığına inanmaya dayanır. Georges Marlier’e göre, varolanı harfi harfine taklit eden gerçekçilik ile aşağı tabakanın hayatından sahneleri gösteren gerçekliği birbirinden ayırmak gerekir. Ancak gerçeklik de bir idealdir; insanlığa karşı bir lütuf göstermeyen tek idealdir. Örneğin manzaranın bütünü resmin gayesi için dikkatle kurulmuş bir ideal, bütündür; gerçek olan idealleştirilmiştir.
Barok etki yapabilmeleri için ağır, şişkin ve taşkın biçimleri hatıra getirirken, rokoko kelimesi de zarif ve serbest, fakat yine de kanunlara uyarak hafif hafif , ince ince çalan çanların sesine benzer. Bu iki sanat anlayışı adlarının içeriğiyle aynı doğrultudadır.
Barok üslubunda ruhi durumlar veya psikolojik hacimler verilmeye başlanır. Barok amaçları bakımından psikolojik, ama araçları bakımından maddecidir. Rokoko ise daha çok bir iç süsleme sanatıdır. Serbestliği faydacılık kaygısı olmaksızın sadece estetik bir etki yaratmak için arar. Bu bir “sanat için sanattır”.
İngiliz sanatında asıl olan sanatçının kendini tabiata bırakmasıdır. İngiliz, tabiatı doğrudan doğrudan kavranır, fakat çok fazla figüre rastlanmaz. İngiliz sanatçısı için tabiat hayattan bir çeşit kaçıştır.
Gainsborough, dışarıda gördüğünü olduğu gibi resme geçirirdi, ona heyecan veren sadece bu doğrudan doğruya temastı. Duyduğu sürekli heyecan resimlerinin ilk yapıldıkları günkü kadar taze ve çekici kalmalarını sağlar.
Blake’in üslubu, kırılmamış çizgiler, kırılmamış kütleler ve renklerdir. Blake biçimi bulup, muhafaza etmek ister.
Turner ise tüm kuralların dışına çıkar; hiçbir sanat ölçüsüyle değerlendirilemez. O, güzelliği doğuran aracı aramaksızın, onun ruhunu ve özünü yakalar.
Constable, “chiarascuro” diye tanınan yola çok önem vermiştir; buna sanatın özü ve aracı der.
Empresyonizm’ in en uygun tanımı, tabiata bir prizmanın arkasından bakmaktır. Kaçan anı kovalamak ta tipik Empresyonist resimden daha ince ve başarılı olanı yoktur.
Cézanne ahenge varabilmesi için sanatçının hayaline değil, duyularına başvurması gerektiğini savunur.
Van Gogh, dürüst olmak için saf renk kullanmak ve kuvvetli biçimle birlikte gerçekle de bir bağıntı kurmak gerektiğini söyler. Sanatındaki bu başkalık ve yaşama gücü bu özelliklerden gelir.
Rousseau tecrübe ve içgüdüsünün doğru bulduğu metodu bütün resimlerinde kullanır. Tek öğretmenin tabiat olduğunu söyler.
Picasso her zaman tek bir üsluptan kaçınmıştır. Aynı zamanda hem insani ve alaycı, hem dikkatli, hem duygulu, hem de heybetli ve soyut olabilir.
Changall ırkına özgü bir samimilik ve akıcılıkla içinden geldiği gibi resim yapar. Lirizmini boyayla anlatır.
Ekspresyonizm, tabiattaki olayları ve bu olaylardan çıkma soyut fikirleri değil, sanatçının bizzat kendi duygularını anlatmaya çalışan bir sanattır.
Klee, modern sanatçıların en ferdiyetçi olanıdır. Sanatı içten gelme, hayali ve ilkel derecede objektiftir. Onun resimleri nüktelidir; zeki seyircilere hitap eder.
Eserlerinde görülen üslup birliği ve emniyet bakımından Henry Moore İngiltere’ de ki modern sanat akımının başında gelir.
Heykel, şekil ve özelliklerin aynen tekrarı değildir, daha çok anlamın bir maddeden diğer maddeye çevrilmesidir.
Hiç kimse sanatçı ile toplum arasındaki derin bağı inkar edemez. Sanatçı topluma dayanır; tonunu, şiddetini, hızını üyesi bulunduğu toplumda alır. Fakat sanat eserinin şahsi özelliğinin bağlı olduğu daha başka şeyler de vardır: sanatçının şahsi yetinin bir belirtisi olan kesin bir biçim verme isteğine bağlıdır, bu yaratıcı istek olmaksızın önemli bir sanat meydana gelmez.