Sürrealizm (Gerçeküstücülük) Nedir, Ne Demektir?
Dada hareketi, sürrealizm akımının doğmasında önemli bir etkendir. Dadaizm gibi sürrealizm de sanatta her şeyi yok etmeyi amaçlamıştır.
Akıma adını Apollinaire vermiştir. Sürrealizm, bilimsel bulgulardan hareketle bilinçaltının sırlarla dolu dünyasını inceleyerek yeni bir yol yaratma çabasına girmiştir. Sürrealizme göre Avrupa’nın siyasi, ahlaki, dinî bütün değerleri yok edilmeli ve mantığın yerini Freud’un bilinçaltı, düş, sayıklama ve çıldırma hâli almalıdır.
1924’te bilinçaltını işlemeyi keşfeden gerçeküstücülükle birlikte hayal gücü, içe doğma ve bilinçaltı önem kazanmış, resim için yeni bir yol, keşfedilecek bir dünya bulunmuştur. Bilindik objeler, alışılmış mekânların dışında ve farklı sentezlerle kullanılarak e nder görülebilecek etkiler elde edilmiştir. Gerçeküstücü manifesto, Sigmund Freud’tan etkilenen Andre Breton tarafından yazılarak yayımlanmıştır.
Gerçeküstücülük akımına göre gerçek, duyu organlarımızla algıladığımızdan çok daha derinlerde yatmaktadır. Aklın değerlendirmesi dışında kalan, bilinmeyen güçler, insanı yönlendirebilmektedir. Bunun için yapılacak şey bu gizli güçleri ortaya çıkartmaktır. Akıl verileriyle yaşamın gerçekleri arasında kalan insan, bu bilinmeyen güçlere ancak uykuda ulaşabilir. Çünkü uyku neredeyse insan yaşamının yarısını kapsamaktadır. Bu yolla bilinçaltı ve bilinç arasında bir birlik ve etkileşim kurma alanı doğacaktır. Sürrealizmin sanatsal ilkesi, iradenin hiçbir katkısı olmadan, zihnin gerçek çalışmasını yansıtmaktır. Sürrealist sanatçılar, bilinç ve bilinçaltını, gerçek ile rüyayı birleştirerek “gerçeküstüne” ulaşmıştır.
Gerçeküstücü resimde önemli bir rol oynayan bilinçaltının dışavurumu, acayip biçimli radyo düğmelerinde ya da sık sık sözü edilen “bir şemsiyenin dikiş makinesi ile, tesadüfen bir ameliyat masasında karşılaşması”nda ortaya çıkmaktadır. Max Ernst (1891-1976), “Ögeler, ne kadar keyfî olarak bir araya gelebilirse eşyanın kısmen ya da tam olarak başka bir biçimde anlatımının o oranda olanaklı olduğunu” yazmıştır.
Gerçeküstücülük akımının biçimlenmesinde sanatçıların yaşadıkları travmaların da etkili olduğu bir gerçektir. Örneğin: Max Ernst altı yaşındayken kendisine ve diğer kardeşlerine veda öpücüğü verdikten sonra ölen kız kardeşi nedeniyle sonsuzluk duygusunu çok erken yaşlarda hissetmiş; yaşadığı hiçlik duygusu, iç dünyasında derin etkiler bırakmıştır. Aynı yıl yakalandığı ateşli hastalık, korkunç hayaller görmesine neden olmuştur. On beş yaşındayken bir sabah uyandığında çok sevdiği papağanını ölü bulduğu sırada babası yanına gelerek bir kız kardeşinin olduğunu söylemiştir. Ernst, yeni doğan bebeğin şaşkınlığından bayılmıştır. Bu iki olay arasında ilişki kurmuş ve doğan bebeği ölen papağanın hayatından sorumlu saymıştır. Bütün bunlar seri krizlere ve kuvvetten düşmesine neden olmuş, yaşamında kuşlar ile insanlar arasında ilişki kurmuştur.
Kübizm akımından bu yana modern resimde yer alan kolaj tekniği, Max Ernst’e yeni olanakların yolunu açmıştır. Kataloglardan, renkli dergilerden ya da farklı kumaşlardan kestiği parçaları bir araya getirerek çalışmalar yapmıştır. Max Ernst için sanatçının görevi, kendi içinde ne görüyorsa koparıp dışarı çıkarmaktır. Sanatçının son dönem resimlerinde madenler, akla gelebilecek her türlü bitkiler, mercanlar, böcekler ve hayvan burunları yer almıştır. Max Ernst’in sürrealist resimlerinde düşsel gizli dünyalar, çehreler ve buluşlar, yabancı bir dünya havası içinde yer almıştır.
Sürrealizm akımının tanınmış sanatçılarından Joan Miro (1893-1983), 1917’de Barcelona’da heykeltıraş Pablo Gargallo’nun atölyesinde çalışmaya başlamıştır. Aynı zamanlarda Andre Mason, onu çevresindeki şairlerle tanıştırmıştır. Miro’nun şiire doğuştan var olan ilgisi, ressamlardan daha çok şairlerle ilgilenmesine yol açmıştır. ABD’li yazar Ernst Hemingway de Miro’nun dostları arasında yer almıştır. ABD’li dostları, New York’ta çıkan “Little Revue (Lidıl Revü)” dergisinin bir sayısını özel olarak Miro’ya ayırıp yayımlamışlardır.
Miro’nun çalışmaları başlangıçta gerçekçi anlayıştadır ve sanatçının kübizmin prensiplerini inceleyip araştırdığı görülmektedir. Bunu sürrealist izler taşıyan “halüsinasyon dönemi” izlemiştir. Sanatçı, “Bu dönemde ben günde birkaç kuru incir ile yaşıyordum. Meslektaşlarımın yardımını istemeyecek kadar gururlu idim. Açlık, benim sayıklamamın esas kaynağı idi.” demiştir. Asında onun hayatında şaşırtıcı bir durum yoktur. Miro, eserlerinde acaipliklere veya sansasyon yaratacak ögelere yer vermemiştir. Sanatçı, eserlerini tanıtmak için ne bir yazı yazmış ne de bir açıklama yapmıştır. Sessiz bir insan olan Miro’nun eserleri, hayranları tarafından göklere çıkarılırken bile o, kendi dünyasında sakin yaşamına devam etmiştir. Miro, bu sessiz ve pasif duruşuyla dünyayı fethetmiştir. Miro’yu bu kadar büyük kılan, eserlerindeki sihir gücüdür. Hemen hemen hiçbir anlamlı biçim bulunmayan resimlerinde yalnızca ögeler vardır. Sanatçının eserlerinde çocukların duvarlara yaptığı resimleri ve tarih öncesi insanın mağara duvarlarına çizdiği tasvirleri anımsatan desenler görülmektedir. İspanya’nın Hornos de la Pena Mağarası’nda Eski Taş Çağına ait resimler bulunduğunda arkeolog ve bilim insanları, bu resimlerin yalnızca coşku ile heyecanın yansıması olduğunu açıklamıştır. Miro’nun eserleri de tarih öncesi insanının heyecanlı, hayat dolu ruhunu taşımaktadır.
Miro’nun resimlerinin çekiciliği, birkaç temel rengi kullanmasında yatmaktadır. Kompozisyon anlayışında ise çizgi ile lekeleri, yüzey ve derinlik ilişkilerine aldırış etmeden, keyfî bir tutumla tuvaline aktarmıştır. Andre Breton, 1928’de “Muhtemel olarak Miro, en sürrealist olanımızdır.” demiştir.
2. Dünya Savaşı’nın ardından yalnız bir hayat süren sanatçı, resimlerinde boyanın dışında farklı malzemeler (kâğıt, kaba elyaf vb.) de kullanmıştır. Birçok resme aynı anda başlayan Miro, ilk heyecanını kaybedince, resmi bir kenara bırakıp, aylar sonra aynı resme geri döndüğünde ihtirassız, mantıklı ve kompozisyon kurallarına göre çalışmıştır. Herhangi bir şey Miro’ya esin kaynağı olabilmiştir. Sözgelimi; tuval üzerine damlamış boya kalıntısı, yemek yerken masaya düşen ketçap lekesi, onun resimlerinin çıkış kaynağı olmuştur. Miro için asıl sorun, biçimlerin bilinçli düzenlenmesi ve son aşamada da kompozisyonun tamamlanarak zenginleştirilmesidir. Çalışma sırasında bulduğu biçimleri bir kuş ya da herhangi bir şeye dönüştürmüştür. O, biçimi hiçbir zaman soyut bulmamış aksine herhangi bir şeyin simgesi saymıştır.
Gerçeküstücülük akımının diğer bir önemli temsilcisi Salvador Dali (1904-1989), eğitimini tamamladıktan sonra 1928’de gittiği Paris’te sürrealistlerle tanışmış ve onlara katılmıştır. Yaşamı boyunca çılgınlıklarıyla tanınan Dali, ününün artmasıyla birlikte aristokrat bir dünya görüşünü benimsemiş, bu da faşizmi desteklemesine neden olmuştur. 1938’de Breton ve çevresindekiler, Dali’yi sürrealistler birliğinden atmışlardır.
Dali, gerçeküstücülüğe “paranoiakritik” denilen anlayışı getirmiş ve şaşkınlığın sistematize edilişi ile gerçek dünyanın tümden gözden düşmesine yardım etmiştir. Dali için obje, kendi bilindik anlamının dışında resmedildiğinde gerçeküstücü amaca hizmet etmektedir.
Yorgunluk, hastalık gibi nedenlerle mantığın zayıfl adığı durumlarda insanlar, gördüğünü tam olarak seçemez. Salvaor Dali’nin amacı da doğru ya da normal sayılan şeyleri resimlerinde gösterince insanların onlardan kuşkulanmasını sağlayacak kadar yanılsama yaratmaktır. Sanatçı; insan anatomisini, cisimleri ve biçimleri çarpıtarak kayaları ete dönüştürmüş, saatleri eritmiş, boşlukları katılaştırarak izleyicide şaşkınlık ve tedirginlik yaratmıştır. Dali’nin sanatı, ölümle hayat, gerçekle düşsel, geçmişle gelecek, iletilebilenle iletilemeyen arasındaki çelişkinin ortadan kalktığı zihinsel bir anlayıştır.
Dali, sonsuz çöle benzeyen ovaları Yves (Yiv) Tanguy’dan, perspektif üstüne resimleme tarzını De Chiricco (Dö Şiriko)’dan, etten taşa olan geçişi de Max Ernst’ten almıştır. Raphael ya da Vermeer’in boyama tekniğini kullanan Dali, içeriğin tuhaf devrimcisi sayılmaktadır.
Dali, yağlı boya resimlerin yanı sıra baskı resimler de yapmıştır. İnsan anatomisini derinlemesine incelediği görülen eserlerinde bile gerçeküstücülük ögeleri ağır basmaktadır.
Kaynak: Çağdaş Dünya Sanatı, MEB, 2012.