Timur Döneminde Minyatür Sanatı
HERAT EKOLÜ
Bağdat’ı 1401’de zapteden Timur, yazılı kaynaklardan öğrendiğimize göre, birçok ressamı Bağdat’tan yanına alarak yeni kültür merkezi olan Semerkand’a götürmüştür.
Timur’dan sonra gelenler, resmi teşvik hususunda daha az gayret göstermediler, ama sanat merkezi Semerkand’dan Herat’a geçti. İşte Şahruh’un saltanatı zamanında (1405-1447), çok genç yaşında, 1433’de ölen, heyecanlı sanat koruyucusu Şehzade Beysungur, İran minyatür üslubuna çok bariz milli bir istikamet veren, hat ve tezhip sanatlarının da programlarını yenileştiren bir kitap sanatı akademisi kurdu. Sultan Hüseyin Baykara zamanında (1469-1506), son parlak devrini yaşayan bu akademi, 1507 sonlarında, şehrin zapt ve yağma edilmesi üzerine ortadan kalkmıştır. Şahruh için hazırlanmış olan, Paris kütüphanesindeki “Mi’rac-Nâme” nüshası, “Hazret-i Muhammed’in Miracı” gibi resimleri ihtiva eden bazı yapraklarda tamamıyla orijinal ve ahenkli bir rengi, Doğu Asya üsluplaşmasıyla birlikte gösterir. Doğrudan doğruya Çin ile olan münasebetler, 1419’da, Herat sarayının pekin sarayına, ressam Gıyasüddin Halil’i elçilik vak’anüvisi olarak göndermesi ve üç yıl sonra oradan dönmesi ile en iyi şekilde teessüs eder. Kuşlu ve çiçekli dalının bir Çinli el tarafından çizildiği ve dalın altında oturan insanların da İran modelinden alınmış olduğu açıkça görülen, Bostan Müzesi’ndeki resim gibi, ipek üzerine yapılmış olan resimleri belki de o getirmiştir. İran tarzı olan bu ifade, Anet koleksiyonundaki dik, hareketsiz ve renkleri şiddetli saray adamlarını gösteren minyatürde görüldüğü gibi, insana ilkin bir parça sert geliyor. Mirza Gıyasüddin’e gelince, onu Paris’te Musée des Arts Decorativs’deki bahçe sahnesini yaptığı için doğu resminin üstatlarından biri olarak kabul etmek istiyoruz.
Konu, duygunun bütün zenginliklerini bir hamlede dışarıya atmak için bir vesileden başka bir şey değildir. Bizzat figürler, çiçek olurlar ve bu binbir kokulu, çiçekli ihtişamın ortasında kendiliğinden gelişip serpilirler. Herat çığırının büyük üslubu, “Rüstem’in Uykusu” konusunda, ormanlıklı tabiatın sırlarına nüfuz etmek, masalımsı ağaçları ve hayaletlere benzeyen eğrelti otlarını ifade etmek için bir vesileden başka bir şey görmeyen İranlı Altdorfer’in tasvirlerinde devam ediyor.
Şiire ait bir çok mühim yazmalar, bize Herat üstadlarının resimle yazıyı ustaca serpiştirerek, tesir birliği meselesini mükemmel bir suretle nasıl halletmiş olduklarını gösterir. Böylece Boston’daki 1463 tarihli Nizami nüshasında, Jeuniette koleksiyonundaki Emir Husrev “Divan”ında ve daha birçok eserler de aynı şeyi görüyoruz. Mısra dizelerinin dışına çıkan kompozisyon, metnin arasına giriyor ve bu suretle bütün bir sayfayı sıkı bir simetri tehlikesinden kurtarıyor.
Tahran’daki Gülistan Müzesi’nde bulunan Cafer Baysunuri’nin elinden çıkma Şehnâme, yirmi iki minyatürü Herat resim çığırının yüksekliğini gösterir. Aynı müzede bulunan Kelile ve Dimne yazmasının bir minyatürü sarı zemin üzerinde, ancak rüyalarımızda gördüğümüz ağaçları, boy boy, renk renk sünger gibi dağları, kanatların çırparak sağa sola, aşağı yukarı gidip gelen ve manzaranın rüyamsı halini bir kat daha artıran iri kuşları ile bir renk senfonisidir. Moğol devrinde pek göremediğimiz bir öz sanat anlayışının paha biçilmez belgelerinden birisi sayılır.